Sevgili Basketbol…

Acı çektiğiniz bir anı hatırlayın. Fiziksel ya da zihinsel bir acı olabilir bu. Çocukken bisikletten düştüğünüzü ya da aşık olduğunuzu hissettiğiniz kişinin sizi fark etmeyişini hatırlayın. Acıya odaklandığınız o zaman aralığındaki ruh halinizi ve o aralıkta ne kadar çaresiz hissettiğinizi düşünün. Biri sizi yetersiz hissettirdiğindeki öfkenizi anımsayın. O öfkenin kime karşı olduğunu bile tam kestiremediğiniz anı. Sınırlarınız olduğunu size kabul ettiren, her şeyin hayallerinizdeki gibi gerçekleşmeyeceğini size sürekli hatırlatan ama aynı zamanda “İnanmak başarmanın yarısıdır” gibi klişe sözlerle sizi kendisine bağlı tutmaya devam eden bu yetersizlik hissine sadece basketbol denen bir sporla meydan okuyan büyük bir insanı anlatacak olmaktan dolayı onur duyuyorum. Kendisini tam 2 yıl önce kaybettim ve hala etkisini hissediyorum.

Kobe Bryant hayatını sınırları aşmak üzerine kurgulamış büyük bir efsaneydi. Benim gibi yeni milenyumun ilk jenerasyonu için de basketbol denince akla gelen ilk isimdi. Hayatının her saniyesi bir meydan okumaydı. Bu açıdan sorumluluklarının da farkındaydı. Nasıl bir figür olduğunu bilirdi. Çocukken babasıyla bir basketbol maçına gittiğinde yalnızca sahayı zar zor görebileceği yerlerde oturabilirdi. Favori oyuncusunu (saygılar MJ) izleyebilmek için başkalarının omzuna çıktığı olurdu. Kendisiyle aynı tutkuya sahip bir tane çocuğun bile salondan hayal kırıklığıyla ayrılmasını istemezdi. Sadece onu izledikleri için sahaya her şeyini koyardı. Herkesin karşısında durabilirdi. Kendi vücudunun bile karşısına dimdik dikilirdi. Aşil sakatlığı yaşadığında yürüyemez haldeyken sahaya döndü. Acı içinde iki serbest atışı isabetle tamamladı ve kenara kendisi geldi. Sakatlık onu durdurmamalıydı. Kendi isterse kenara gelirdi. Gücünü de yüreğinden ve tutkusundan alırdı. Bir şeye tutku duyuyorsa buna her şeyini verirdi. Ki bu kısım benim kalbimde Kobe’yi Kobe yapan nedendi. Ondan aldığım bu ilhamla sevdiğim bir insan ya da bir şey için çaba göstermeyi öğreniyorum. Hayatımda bunlar için çaba göstermeyeceksem ne için gösterecektim?

Kendi efsanesini kendisi yaratan Kobe’nin sahada yazdığı onlarca hikaye yetmemiş olacak ki aktif spor kariyeri bittikten sonra bir film şirketi kurdu. Bu da başka bir tutkusuydu. Hikaye anlatmak istiyordu. O da bildiği en iyi hikayeyi, kendi hikayesini anlattı. 2017 yılında basketbola bir mektup yazdı. Ona olan hayranlığını anlattı ve kendisine teşekkür etti. Yazdığı mektubu bir kısa animasyon filmi haline getirdi. “Dear Basketball” filmiyle 90. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Kısa Animasyon Film” Oscar’ını kazandı. Dünya tarihinde hem Oscar hem de NBA MVP’si ödülünü alan başka bir insanın olmayışı onun karakterinin güzel bir özeti bence.

Hayatını tutku duyduğu şeylere adayan, asla pes etmeyen ve her daim mücadele veren, her şeyin üstesinden gelecek kocaman bir yüreğe sahip bu adamın kızı Gigi ile birlikte bir kazada hayatını kaybetmesi ironik bir şekilde her şeye rağmen kaybetmeye mahkûm olduğumuz mesajını veriyor olabilir. Ancak görünenin aksine ölüm bir mağlubiyet değildir. Önemli olan her yere düştüğümüzde ayağa kalkacak cesareti gösterebilmemizdir. Eninde sonunda öleceğimizi bile bile inadına yaşayarak ve sevdiğimiz şeyleri takip ederek hayatı anlamlı hale getirebiliriz. Hayat anlamlı bir hale geldiğinde de biz kazanırız. Kobe’nin hayatı anlamlıydı ve bence kazanan kendisi oldu.

Bu yazıyı paylaşın:
Sonraki yazı
“Şimdi Nerede?”: Grunge (Müzik türü)
Önceki yazı
Alice Harikalar Diyarında’nın Asi Çocukları: Siyah Tavşan!

Başlıklardan...