Bazı sanat ürünleri ciddi şekilde insanı haddinden fazla etkiliyor. Bu ürünleri tecrübe ederken gerçek hisler yaşıyorsunuz. Hoş, sanatın amacı da size gerçek hisler yaşatmak ama işte bazıları bunu çok üst düzeyde yapıyor. Tabii ki sizin bu ürünleri deneyim ederken ki güncel durumunuz, ruh haliniz, geçmişiniz ve hatta zihniniz bile etkili oluyor. Bazen size anlamsız gelen bir ürün, birkaç gün sonra aşırı etkileyici gelebiliyor. Belki çocukluğunuzda karşılaştığınız bir şarkı ya da bir şiirle, olgunlaştığınız zaman çok daha derin bağlar kuruyorsunuz. Mesela benim için bu anlattıklarıma en yakın örneklerden biri Fallen Angel tablosuydu. Cennetten kovulduğu için öfkeli, kendine yedirememiş bir meleğin gözlerinde kin ve nefret dolu birkaç damla gözyaşı. O kadar net ve o kadar sert ki, tabloya baktıkça sizi kinle ve nefretle dolduran her neyse ona doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Haksızlığa uğradığınızı hissettiğiniz anları hatırlıyorsunuz. Öyle bir an geliyor ki Şeytan’ı anlıyorsunuz. Sanat insana Şeytan’ı bile anlama fırsatı veriyor.
(Fallen Angel, Alexandre Cabanel)
Gerçekten şeytanları anlayabildiğimizi gösteren bir başka eserdi Peaky Blinders. 6 sezon boyunca bir İngiliz mafyasının nasıl büyüdüğünü izledik. Olağanüstü oyuncular ve olağanüstü karakterlerle geçen bu 6 sezonda neler gördük ve son sezonunda bize ne anlatıldı, bunlara değinmek istiyorum.
Dizinin başlangıcının aşırı güçlü olduğunu söylemekle başlayayım. Hatta dizinin tamamındaki en etkili sezon açılışı diyebilirim. Helen McCrory‘nin ölümüyle değişen senaryoda Polly’nin ölümü de diziye ayrı bir önem eklemiş. Tommy’nin bölümün başında intihar etmeye çalışırken çamura düşüp yüzünün yarısının çamurla kaplanması, IRA lideri kadının “sınırlarınızı bilmiyorsunuz” deyişi, Polly’nin cenazesindeki ciddi yaşlanmış ve zayıflamış suratı, Miquelon Adası’nda Michael’la buluşmaya gittiğindeki barda viskiyi bıraktığını öğrenişimiz, Michael’ın ettiği intikam yemini… Hepsi ve daha fazlası ilk 15 dakika içerisinde dizinin tüm sezonunun motivasyonunu anlattı.
Gerçekten şeytanları anlayabildiğimizi gösteren bir başka eserdi Peaky Blinders. 6 sezon boyunca bir İngiliz mafyasının nasıl büyüdüğünü izledik. Olağanüstü oyuncular ve olağanüstü karakterlerle geçen bu 6 sezonda neler gördük ve son sezonunda bize ne anlatıldı, bunlara değinmek istiyorum.
Dizinin başlangıcının aşırı güçlü olduğunu söylemekle başlayayım. Hatta dizinin tamamındaki en etkili sezon açılışı diyebilirim. Helen McCrory‘nin ölümüyle değişen senaryoda Polly’nin ölümü de diziye ayrı bir önem eklemiş. Tommy’nin bölümün başında intihar etmeye çalışırken çamura düşüp yüzünün yarısının çamurla kaplanması, IRA lideri kadının “sınırlarınızı bilmiyorsunuz” deyişi, Polly’nin cenazesindeki ciddi yaşlanmış ve zayıflamış suratı, Miquelon Adası’nda Michael’la buluşmaya gittiğindeki barda viskiyi bıraktığını öğrenişimiz, Michael’ın ettiği intikam yemini… Hepsi ve daha fazlası ilk 15 dakika içerisinde dizinin tüm sezonunun motivasyonunu anlattı.
Biz bu sezona kadar Tommy ön planda olmasına rağmen ailenin tamamını izlemiştik. John’un ölümünden sonra bile tamamen Tom’un hayatını anlatmamıştı senaryo. Ancak bu sezon Tommy’i izledik. Ön, yan, arka her planda Tom’un dizisi oldu Peaky Blinders. Olması gereken bu muydu, tartışılır. Ama sonucunun ne kadar etkileyici olduğu ortada. Cillian Murphy olağanüstü bir oyuncu ve bu sezonda da harika bir iş çıkarmış. Thomas Shelby karakterini bu kadar etkileyici yapan onca şey arasında bir fiziksel durum var ki Murphy bunu muhteşem gösteriyor. Tom her geçen sezon biraz daha ölüyor, gittikçe hissizleşiyor. Özellikle Grace’i kaybettiğinden beri bunu çok iyi görüyoruz. Gözlerini kırpmadan nefes almıyormuş gibi duruyor. Karakteri yere yatırsan ve eline bir silah versen savaşta ölmüş sanarsın, öyle bir hissizlik ve kayıtsızlıkla yaşıyor. Dolayısıyla böyle bir karaktere ve böyle bir oyuncuya sahip olunca dizinin final sezonunun Tom’un üstüne kurgulanması gayet anlaşılabilir duruyor.
Finale doğru gelmeden önce dizinin imzalarından biri olan görselliğe ayrıca değinmek gerekiyor. Dostlar bu öyle bir dizi ki herhangi bir anında durdurup alacağınız bir ekran görüntüsü duvar kağıdı olarak kullanılabilir. Kullanılan ışıklar ve renkler aşırı güçlü. Özellikle Tom’un Alfie’yi ziyareti sırasında uzun bir koridordan opera eşliğinde geçişini ve tüm düşmanlarını evde ilk kez toplayışını izlemek bir hayli heyecan vericiydi.
Bazen bir dizi ya da film izlemek resim sergisine gitmek gibi olabilir. Ancak günümüzde bu tarz yavaş tempolu ürünler çok izleyici bulamıyor. İnsanlar böyle ürünlere internet sayesinde “istediği an” ve “eş zamanlı” olarak ulaşabildiği için, yaşamımıza giren bu hız tükettiğimiz şeyleri de etkiliyor. Bir resim sergisinde sevdiğimiz bir tabloyu uzun süre durup seyrederken, bir film ya da dizinin sahnesini durdurup incelemiyoruz. Bir sonraki kare, bir sonraki sahne, bir sonraki aksiyon aklımızdan geçerken gözümüzün önündeki görüntüyü kaçırıyoruz. Şahsen Peaky Blinders’ı bu açıdan da değerli görüyorum.
Sonuç olarak hikaye bir filmle devam edeceği için, bir final sezonuna göre sönük bittiği doğru ve anlaşılabilir geliyor. Son 2-3 bölüm sizi fazla heyecanlandırmasa da son yarım saat yine yapacağını yapıyor. Dizinin son sezonu Tom’un sınırlarının olmaması üzerine kurulu ilerliyorken aldığı hastalık haberi, insana “Sultan Süleyman’a kalmadı bu dünya” dedirtiyor.
Ama görüyoruz ki Tom, Sultan Süleyman’a benzemiyor. İnançlı biri olmayıp Linda’yla kilisede buluşarak onunla dalga geçmesi ama çingene inançları yüzünden kızının ölümünde bile yanında olamaması, Alfie’ye iş teklif ederken onca ikaza rağmen sigara içmeye devam etmesi, Oswald Mosley’in de dahil olduğu o kurtlar sofrasındaki politikacılardan bir farkının kalmadığını anlayınca viskiye yeniden başlaması, Michael’a sürekli “benim sınırlarım yok” diyişi, Arthur’un önünü göremeyecek kadar sarhoş olmasını alttan alışı ve en sonunda eşyalarının yanmasına izin verip beyaz bir atla uzaklaşması(hatırlarsınız dizinin ilk bölümü Tom’un siyah bir atla gezmesiyle başlıyor) bu sezonun hikayesini anlatan güzel noktalardı.
Opera da dahil birçok farklı müzik türünün de hikayenin anlatımında etkisi oldu. Özellikle dizinin yarattığı 1920’ler ve 30’ların hard rockla olan uyumu neredeyse ekol haline geldi.