Yeni Albüm Öncesi Bir Stromae Portresi

Stromae’nin 3. stüdyo albümü Multitude 4 Mart’ta yayınlanıyor. Evet, çok özledik ondan bir şeyler duymayı. Son albümü Racine Carrée’den bu yana neredeyse 9 sene geçti. Günümüz pop starlarının hemen her yıl yeni bir albüm çıkardığı bir dönemde bu çok uzun bir süre. Ki bu seri üretim durumu aslına bakarsanız rahatsızlık verici. Elbette iyi bir müzisyen ekibinin etrafında, en iyi prodüktörlerle çalışma imkanıyla ortalama üstü işler de ortaya çıkabiliyor. Fakat Stromae gibi konser koreografileri üzerinde bile özenle, şahsen çalışan ve gerçekten kendini ifade etme kaygısı güden bir sanatçının ortaya koyduğu işleri daha kıymetli buluyorum. Bunun bilinciyle de yeni albümü sabırsızlıkla bekliyorum.

Sabırsızlığımı sizle de paylaşmak, yeni albüm öncesi hem hafıza tazelemek hem de aradan geçen yıllarda Stromae’nin neler yaptığını ve albümde bizi nelerin beklediğini konuşmak istedim. Sıfırdan başlayalım bakalım.

PART 1: RADYO İLE DEĞİŞEN BİR HAYAT

5 mart 1985’te Brüksel’de dünyaya geliyor Stromae. Babası Belçika’da başarılı bir mimarken 1994 yılında aile üyelerini görmek için gittiği Ruanda’da, soykırım sırasında hayatını kaybediyor (Où t’es? Papaoutai? “Baba, neredesin?”). Annesi Miranda Van Haver büyütüyor onu ve kardeşlerini.

Küçük yaşlarda Katolik kilisesinde eğitim alıyor. Daha sonrasında lise eğitimine başlıyor ancak derslerindeki başarısızlıkları sebebiyle 16 yaşında ayrılıyor. Yine küçük yaşlarda başladığı klasik müzik eğitimini ise hip-hop yapmak istediği için bırakıyor. İsyan ediyor klasik müziğe kendi değimiyle. Hip-hop yapmak için çıktığı müzik macerası, Afrika müziğinden derin bir biçimde etkilenmesi sebebiyle başka bir boyuta geçiyor. Tam olarak sınıflandırabilmek o kadar kolay değil Stromae’nin müziğini. 2014 yılında Guardian’a verdiği bir röportajda yaptığı müziği şöyle anlatmaya çalışıyor kendisi:

“Hip-hop, pop, dans ama aynı zamanda melankoli. Bu kelimeyi seviyorum çünkü sadece mutluluk ya da hüzün değil ikisi aynı anda, bir arada. Tıpkı hayat gibi, tıpkı insan gibi. Belçika’dan geldiğim gerçeği benim de böyle olmama yardımcı oluyor. Çünkü Flaman ve Valon arasında, hep ortada olduğumuz biliniyor. Bunu Belçika’nın 1980’lerinde, yeni beat stillerinde duyabilirsiniz. Tam anlamıyla Afrobeat değil, dans müziği de değil daha düşük tempo. Ne tür bir müzik bu? Biz de bilmiyoruz ama dans ediyoruz.” (Alors on Danse. “Öyleyse dans ediyoruz”).

Kariyerinin ilk yıllarından yaptığı hip-hop ağırlıklı şarkılar pek kimse tarafından dinlenmiyor. Bugün o kayıtları bulup dinleyebilmek bile zor, ortadan kaldırılmış gibiler. 2007 yılında Brüksel merkezli bir radyoda işe başlıyor. 2008 yılında kayıt altına aldığı “Alors on Danse”ı ilk olarak radyoda arkadaşlarına dinletiyor. Arkadaşları çok beğenip radyoda yayınlamak istiyorlar ve böylece hayatı bir anda değişiyor. İlk defa radyoda çaldıktan birkaç hafta sonra Belçika listelerinde 1 numaraya oturuyor.

PART 2: CHEESE, ŞÖHRET, RACİNE CARRÊE

Bu başarının ardından 2009 yılında içinde “Alors on Danse” ve ek olarak “Te Quiero”, “House’llelujah” ve “Peace or Violence” gibi hitleri içeren Cheese albümü çıkıyor. İlk olarak da Alors on Danse’a bir klip hazırlıyor Stromae. Bu kliple beraber de önce Fransa ardından bütün dünya Stromae’yi ve albümünü öğreniyor. Mutlaka hatırlarsınız o dönem Türkiyede de her yerde çalıyordu “Alors on danse”. Stromae ismini tanımadığımızdan tek şarkılık bir patlama sanmıştık bunu. Cheese albümünü ilerleyen yıllarda yeniden keşfetmemizi ve Stromae’yi bugün Europop’un en önemli isimlerinden biri saymamızı 2013 yılında çıkardığı Racine Carrée albümü sağlayacaktı.

Cheese daha çok Stromae’nin o güne kadar yaptığı işleri topladığı, birbiriyle bağlantılı olmayan daha çok “Greatest Hits” tadında bir albümdü. Racine Carrée ise tam tersi. Sosyal medya bağımlılığından kansere, ebeveynlikten politik elitizme, göçmen karşıtlığından ataerkiye bir dizi sosyal meseleyi kendine dert edinmiş, 12 şarkının birbiriyle çok iyi uyum sağladığı bir albüm.

Ayrıca klipleri ve hatta konser koreografilerine kadar planlanmış, daha büyük bir bütünlük de içeriyor. Zaten Stromae’de bir röportajında kliplerle şarkıyı bir bütün olarak gördüğünden, şarkıları hazırlarken klibi de kurguladığından, kliplerine de şarkıları kadar özen gösterdiğinden bahsediyor. Özellikle “Papaoutai” ve “Tous le Memes” şarkılarının kliplerini hala gözlerimi alamadan izliyorum.

Albüm bütün Avrupa ülkelerinde listelere girmeyi başarıyor. Hemen ardından da bir Dünya turnesi geliyor. Lorde’dan Madonna’ya pek çok yıldız Stromae ile beraber çalışmak istediğini açıklıyor. New York Times’dan Guardian’a pek çok uluslararası gazete ve derginin kapağını süslüyor.

PART 3: MÜZİĞE ARA, MODA, DEPRESYON

Bütün bu başarılardan yalnızca 2 yıl sonra, 2015 yılının haziran ayında müziği bıraktığını ilan ediyor Stromae. Bir insanın hayatının bu kadar hızlı değişmesi kaldırması kolay bir durum değil. 2015’ten, yeni bir albüm çıkaracağını açıkladığı 2021 yılına kadar geçen 6 yılda neler yaptığı ile ilgili fazla bir bilgimiz yok. Özellikle 2017’ye kadar basında bile hiç görünmeyen, tamamen içine kapanmış bir Stromae var.

2017 yılında kurduğu moda markası Mosaert ile duyuyoruz. Öğreniyoruz ki artık kıyafetler tasarlıyor ve müziğin ardından moda dünyasını da fethetmek istiyor. Niyetinin ne kadar ciddi olduğunu markanın tanıtımı için şarkı çıkarmasından anlıyoruz. Müziği bıraktığını açıkladıktan sonra hiçbir geri dönüş ışığı vermeksizin “Repetto x Mosaert” isimli enstrümantal bir yeni şarkı yayınlıyor. Bununla da kalmıyor markanın ilk defilesi için de “Defiller” isimli 9 dakikalık yeni bir şarkı daha yayınlıyor. Defileye uygun olması için tasarlanmış bu şarkı Fransa ve Belçika’da listelere giriyor.

2018 yılında yakın arkadaşı Fransız Rapçi Orelsan ile düet yapıyor (La pluie). 2019 yılında Coldplay’in Ürdün’de Youtube Originals için hazırladığı “Arabesque” kaydında yer alıyor, Coldplay’e eşlik ediyor. Yeni albüm öncesi müzik adına yaptığı her şey bu kadar.

Bütün bu süreç boyunca Stromae’den tekrar bir şeyler duymak isteyen hayranları çeşitli teoriler ortaya attılar. “Yeni bir albüm için yeni bir şeyler yaşamayı bekliyor” diyenler oldu. “Albümü için Afrika’da yeni müzikler topluyor” diyenler oldu. “Bir daha asla dönmeyecek diyenler” de oldu.

9 Ocak’ta çıkardığı L’enfer ile öğrendik ki ciddi bir depresyon yaşamış Stromae. Hatta intiharı düşündüğünü açıkça söylüyor. Yeni söylenenlere göre evden pek az çıkmış ve bütün bu süreçte kız kardeşi ona bakmış. Sanırım albüm neler yaşadığı hakkında bize daha fazla fikir verecek.

PART 4: MULTİTUDE

Gelelim albümün kendisine. Şu ana kadar 2 tekli yayınlandı: Santé ve L’enfer. İlk bakışta 2013’teki albümün ilk yayınlanan single’larının Papaoutai ve Formidable olduğunu düşününce, bu iki şarkının biraz zayıf kaldığını söylemeliyim. Bunun dışında tema olarak bu iki şarkı biraz kafa karıştırıyor. Santé, özellikle pandemi süresince zor şartlarda çalışmak zorunda kalan tüm çalışanlara teşekkür mahiyetinde bir şarkıydı. Dinleyince tamam dedik bildiğimiz Stromae geliyor, yine farklı sosyal konulara değinen bir albüm olacak. Ancak L’enfer ve ardından paylaşılan trackliste bakınca o kadar da emin olamadım. Elbette önceki albümde kişisel deneyimlerinden de beslenerek sosyal mesajlar veriyordu fakat bu defa yukarıda bahsettiğim depresyon sürecinin üzerinde duran, daha kişisel bir albüm mü geliyor acaba? Tracklistten tahminde bulunmak o kadar akıl kârı olmayabilir. Fakat L’enfer ve yayınlama şekline de bakınca bu tahmin daha kuvvetli bir hal alıyor bence. Bunca yıl basından uzak durup, kendisi hakkında herkes tarafından merak edilen soruları cevapsız bıraktı. Şimdi ise yaşadığı zor günleri, intihar düşüncelerini anlattığı bir şarkı yazıyor ve şarkıyı katıldığı bir televizyon programında, röportajın bir kısmında cevap verir gibi ilk defa yayınlıyor. Konuk koltuğunda oturarak söylüyor tüm şarkıyı.

Bu teoride Santé’yi nereye koyacağım bilemiyorum ama ya tutarsa diyerek aradan geçen yıllarda kendi yaşadığı uçlarda duygulardan bahseden bir konsept albüm bekliyorum. 2013’te değişen hayatı, başlarda yaşadığı bulutların üstünde olma durumunu, ardından gelen şaşkınlığı, sonrasında bunalımı ve depresyonu. Tamamen bir fan teorisidir, yatırım tavsiyesi değildir.

Müzikal olarak yine kendi tarzında kalacağını tahmin ediyorum. L’enfer fazla duygusal bir şarkıydı. En uçta, intihar düşüncesinde o yer alıyor. Albümün kalanının daha eğlenceli melodilerle, sözlerine aldırmazsanız yerinizde duramayacağınız, enerjik parçalardan oluşacağını düşünüyorum. Kendi dediği gibi arada kalmış; mutluluk ya da hüzün değil ikisi aynı anda, bir arada. Bakalım ne kadar ters köşe olacağım.

Bu yazıyı paylaşın:
Sonraki yazı
Alice Harikalar Diyarında’nın Asi Çocukları: Siyah Tavşan!
Önceki yazı
Nedir Bu Dillerden Düşmeyen Alternatif Rock?

Başlıklardan...