Kurak günler rüzgar gibi esti!

Son aylarda sinemalarda bir rüzgar esti. Festivallerden ödüller toplayan, izleyicisine seyirlik bir keyif yaşatan film: Kurak Günler. Emin Alper’in yönetmenliğini yaptığı filmde Selahattin Paşalı ve Ekin Koç başrolde yer alıyor. Selahattin Paşalı’nın oyunculuğu filme bambaşka bir hava katıyor.

Festival filmleri genelde sıkıcı olarak görülür. Sadece belirli insanların izlediği bu filmler genelde belli sinemalarda belli dönemlerde gösterilir. Ancak Kurak Günler, festival sürecinin ardından sinemada gösterime giren ve kısa sürede herkesin beğenisini kazanan bir film oldu. Hem festivallerde hem de sonrasında gösterime girdiği seanslarda film biletleri anında tükendi.

Spoiler vermeden film hakkında yazmak olanaksız. Hele ki böylesine bir filmin içeriğine değinmeden geçemeyeceğim. Her dakika izleyicisini tetikte tutan, her saniyesinde gerildiğimiz film birçok çatışmayı içinde barındırıyor. Göreve yeni başlayan Emre savcının başına gelenler, susuzluk çeken kasabanın bu sorunu üzerinden yapılan yolsuzluklar, tüm bunları ortaya çıkarmaya çalışırken olayın merkezinde yer alan gazeteci Murat ve daha niceleri.

Kulaktan kulağa yayılan Emre ve Murat’ın aralarında bir şeyler oluyor söylentisi de filmi merak edenler için ayrı bir heyecan oluşturdu. Beklenen sahne gerçekleşmese de ‘’O gece bağ evinde neler oldu?’’ sorusu film boyunca cevabını aradığımız bir soru oldu. Film adaleti, kadına yönelik şiddeti, cezasızlığı ve güç mücadelesine dair sorgulamalarla izleyicisini baş başa bırakıyor.

Kasabada beklenmedik bir şekilde oluşan obruklar, başladığı noktada sona ermesini sağlıyor. Film içimizdeki kocaman boşluğu doldurmaya çalışırken tüm duygu yüklemeleriyle bizi baş başa bırakıyor. İdeal olana ulaşmak isterken kendimizi çukurların dibinde bulabiliyoruz.

Hayvan avıyla başlayan film insan avıyla son buluyor. Filmin tam bir sonu bulunmuyor. Biraz mistik şekilde sonlanan film, izleyicisinin yorumuna bırakılmış. Emre ve Murat kendisini kovalayan kasaba halkından kaçarken nasıl obruğun diğer tarafına geçti, yoksa öldüler de biz hayalet mi gördük gibi sorular kafamızda oluşuyor. Ancak söylemek gerekir ki Emre ve Murat her şeye rağmen, herkesin karşısında dik durabiliyorlar. Başladığı yerde yani obrukların dibinde biten film içinde bulunduğumuz döngüye de bir dokunuş yapıyor belki de.

İklim krizine susuzluk temelinde vurgu yapan film uzun zamandır yerli güzel film çıkmıyor söylentilerine de cevap vermiş oluyor. Demek ki neymiş her festival filmi sıkıcı olmuyormuş. Hiçbir 18+ sahne olmadan da filmler çekilebiliyormuş. Filmlerin konusunu en çok da içinde olduğumuz konulardan çıkabiliyormuş. Ve en önemlisi de fırsat verildiğinde yerli yapım olarak da güzel işler çıkabiliyormuş. Nice böyle filmler izlemek dileğiyle…

 

Bu yazıyı paylaşın:
Sonraki yazı
Erasmus Günlüğü: Bölüm 4
Önceki yazı
Erasmus Günlüğü: Bölüm 3

Başlıklardan...