“Kara Şövalye”, tam on sene sonra solo filmiyle geri döndü, ama ne dönüş! The Batman, eksiklerine rağmen büyük bir Batman hayranı olarak benden tam puan aldı. Peki nasıl bu kadar iyiydi?
İlk teaser yayınlandığı zaman, Christopher Nolan’ın üçlemesine yakın kalitede bir yapım izleyeceğimize dair inancım yeşermişti. Film, genel olarak hayal kırıklığına uğratmadığı için sevinçliyim. Büyük beklentilerime rağmen salondan keyifli ayrıldım. Yönetmen Matt Reeves, her şeyden önce Gotham şehrinin hakkını vermiş. Çizgi roman ve oyunlardaki karanlık, kanunsuz ve buhranlı atmosferi kusursuz bir şekilde yansıtmış. Nolan’ın üçlemesinin en büyük eksiği Gotham şehriydi. İlk film olan Batman Begins’de kısmen tutarlı bir Gotham olmasına rağmen; ikinci filmde o karanlık tarafını kaybetmeye başlamış, son filmde de tamamen aydınlık ve Gotham ile alakası olmayan bir şehre tanık olmuştuk. Matt Reeves, Tim Burton filmlerindeki Gotham havasını kesinlikle yakalamış. Film, Batman’in bir monoloğuyla başlıyor. Şehrin yozlaşmışlığı ve bununla ilgili neler yapabileceğiyle ilgili günlük tutan Batman, bu sahnede çok sevdiğim Watchmen’in efsanevi karakteri Rorschach’i bir hayli andırıyor. Reeves’in bu eserden etkilendiği ve ilham aldığı çok açık.
Dürüst olmam gerekirse, Batman rolü için Robert Pattinson ismi açıklandığında burun kıvırmıştım. Ancak kendisi, şu ana kadarki en farklı Batman/Bruce Wayne olarak iyi bir performans ortaya koymuş. Bu Bruce Wayne, öncekilerden farklı olarak playboy gibi takılmıyor ve parayı çok umursamıyor. Daha öncekiler de yalnızdı fakat bu sefer karşımızda tek gecelik ilişki bile yaşamayan ve partilere dahi katılmayan bir figür var. Ayrıca Wayne şirketini de boşluyor ve toplantıları aksatıyor. Hem iş hem de sosyal hayatını feda edip kendini Batman olmaya adayan ancak karakteri ve meziyetleri daha tam oturmamış genç, toy ve tecrübesiz bir Batman görüyoruz. Acımasız, sert ve dedektif yönü ön planda olduğu için, ben Pattinson’un Batman’ini Christian Bale’inkine nazaran çok daha fazla beğendim. Ancak Bruce Wayne olarak tutarlı ve ağırbaşlı kişiliği ile Bale hala bir adım önde (Ben Affleck’in Batman’i de acımasızdı ama Bruce Wayne olarak vasatı aşamamıştı). Ayrıca söylemeliyim ki, şahsi fikrime göre gelmiş geçmiş en iyi Catwoman’ı görüyoruz. Michelle Pfeiffer çekici ve şahsına münhasırdı fakat karakter fazla karikatürizeydi. Anne Hathaway ise çok iyi bir aktris olmasına rağmen bence Catwoman için yanlış seçimdi (Halle Berry’den bahsetmek bile istemiyorum). Zoë Kravitz ise her anlamda çizgi romana en çok uyan Catwoman olmuş. Kelimenin tam anlamıyla bayıldım.
Komiser Gordon rolündeki Jeffrey Wright da kesinlikle cuk oturmuş. Gary Oldman’dan sonra bayrağı hakkıyla teslim almış (J.K. Simmons’ın Justice League’deki fecaat Gordon performansını da görmezden geliyorum). Filmdeki tek beğenmediğim oyuncu seçimi Alfred rolündeki Andy Serkis’ti. Nerede Michael Caine üstat, nerede sen demek istiyorum. Jeremy Irons bile çok daha uygun bir seçimdi.
Gelelim düşmanlara. Hem Riddler hem de Penguin benim favori Batman düşmanlarım arasında. İkisinin de ilk ciddi beyazperde uyarlamasına şahit olmak bana büyük bir haz verdi. Paul Dano orijinal ve etkileyici bir Riddler performansıyla karşımıza çıkıyor. Ama doğruya doğru, bazı sahnelerde abartılı ve gereksiz bir psikopatlığa bürünmüş. Colin Farrell ise çizgi romanla çok tutarlı olmasa bile mükemmel bir Penguin portresi çizmiş. Oyunculuğuna hayran kaldım. Ayrıca her tarafı bağlı olduğu için bir penguen gibi paytak paytak yürüdüğü sahne gerçekten çok komikti.
Dövüş koreografilerinin de hakkını vermek lazım. Arkham oyunlarından birini oynar gibi hissettiğim sahneler oldu. Filmin en büyük eksisi ise, ilk yarıda ilmek ilmek ördüğü ve bizi içine aldığı gergin ve gizemli atmosferden sonra tekrara düşen sahnelere başvurması. Aynı kulübe üç kere sızılması, dakika başı Batman-Catwoman yakınlaşması ve tüm bu sahnelerde aynı müziği (Something in the Way) duymak insanı yer yer sıkıyor. Ayrıca çoğu kişinin aksine ben filmin sonundaki Arkham sahnesinden gram etkilenmedim. Spoiler vermemek için çok detaylandıramıyorum ama izleyenler neyi kast ettiğimi anlamıştır. Son olarak, Batmobile gerçek bir arabaya çok benzediği için eleştirilmiş ancak ben beğendim. Tabii ki bir Tumbler değil ama yine de dizaynı hoş olmuş.
Toparlayacak olursam, Everest seviyesindeki beklentilerimi karşıladığı için tüm ekibe teşekkürlerimi sunuyorum. Eksikleri tabii ki var ancak genel hatlarıyla mükemmel bir Batman deneyimi sunuyor. Yine de The Dark Knight’a yetişemediği kanaatindeyim. Bunun en büyük sebebi filmin bir “Climax”e sahip olmaması. Ortamı iyice ısıtıp sizi de havaya sokuyor ancak nakavt yumruğu bir türlü gelmiyor. Fakat TDK Rises’tan çok çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Batman Begins’le ise bir hayli yakınlar. Net bir fikir belirtmem için ikisini de birer kere daha izlemem gerek. Ek olarak -kıyaslamak ne kadar doğru tartışılır ama- The Batman, 2019 yapımı Joker filminden de her yönüyle fersah fersah üstündü. Matt Reeves hem çizgi romana tutarlı kalmış hem de gerektiği yerde imzasını atarak orijinalliğini konuşturmuş. Fırsatınız varsa kesinlikle sinemada izleyin derim. <?>