Hayranlığın Hazin Paradoksu

Bir kitabı, filmi, müziği ya da sanatçıyı çok sevdiğinizde aranızda kuvvetli bir bağ oluşur. Hele ki eğer o eseri ya da kişiyi henüz popüler değilken keşfetmiş ve sevmişseniz bu bağ daha da derinleşir.

Sevdiğiniz bu kavram zamanla tanınıp toplumun gözünde değer kazanmaya başlayınca adeta bir ebeveyn gibi bunun haklı gururunu yaşarsınız. Ancak bununla beraber hoşnutsuz bir his de yavaş yavaş içinizde kök salmaya başlar. İnsan doğasının kaçınılmaz bencilliğidir bu. Değer verdiğiniz o şey sadece size özel olsun istersiniz. Sonuçta siz herkesten önce o gizli cevherin değerini fark etmişsinizdir. Bir yanınız  bu değeri tüm dünyayla paylaşmak isterken diğer yanınız onu ilelebet kendine saklamak ve tadını yalnız kendi benliğiyle çıkarmak ister. Peki bu diğer insanların ondan mahrum kalmasını gerektirir mi? Tabii ki hayır. Yine de popülerliği arttıkça ona olan sevginizin azaldığını bile fark edersiniz kimi zaman. Bana sorarsanız bu durum daha çok kimler arasında popüler olduğuyla alakalı. Eğer herhangi birinin zevk sahibi olduğunu düşünmüyorsanız – veya daha kibar bir tabirle- zevklerinizin onunla uyuşmadığını düşünüyorsanız bu “kaliteli” eseri ona yakıştırmamanız gayet olası. Aslına bakarsanız insan ilişkilerinde de durum pek farklı değil. Duygusal olarak yakın hissettiğiniz biri sizin gözünüzde onu hak etmeyen biriyle yakınlaştığında bu sizi normalden kat be kat daha fazla yaralar.

Nitekim bütün bunlar insan ve yenemediği egosunun eseridir. Halbuki gerçek sevgi karşılıksız, koşulsuz ve sınırsız değil midir? Belki evet, belki de hayır. Dürüst olmak gerekirse insanlık olarak değer yargılarımızı gözden geçirmenin zamanı geldi de geçiyor.

Bu yazıyı paylaşın:
Sonraki yazı
“Radyo Şafak” 103.5
Önceki yazı
Matrix Resurrections İncelemesi! (Spoilersız)

Başlıklardan...