Yoluna enstrümanist olarak başlasa da kısa bir süre önce ilk solo albümünü yayınlayan Dilan Balkay RadyoHacettepe Röportaj köşemizin ilk konuğu! Kendisine sorularımıza verdiği değerli cevaplar için çok teşekkür ederiz.
- İlk solo albümünüz “Kuyu” çok kısa zaman önce yayınlandı. Peki siz müziğinizi herkesle paylaşmaya ve bu yolda ilerlemeye nasıl karar verdiniz?
Kendimi bildim bileli müziğin içindeyim, enstrümanist olarak başladım aslında ve çok uzun zaman da o şekilde devam ettim. Müzik yapacağımı hep biliyordum ama kendi şarkılarımı yazmak ve paylaşmak gibi bir fikrim yoktu açıkçası. Sonraları daha profesyonel projelerde yer almaya başladıkça kendi müziğimi de paylaşmak istediğimi fark ettim diyebilirim. Çevremdeki bağımsız müzisyenlerin çokluğu, onların serüvenlerine ve sistemin işleyişine şahit olmam, müzik yayınlamanın görece daha kolay bir şey haline gelmiş olması benim için bu kararı almamı kolaylaştırdı.
- Biraz geçmişe dönelim. 9 yaşında trompet çalmaya başladınız ve 2013’ten bu yana profesyonel olarak müziğin içindesiniz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Mutlu ve keyifli bir çocukluk geçirdiğimi söyleyebilirim. Aile içinde sık sık şarkılı türkülü sofralarımız olurdu. Bağlama elden ele gezerdi, hala da öyle. Çocukluğum Şile’de geçti, trompetle de belediyeye bağlı bir kültür merkezinde tanıştım zaten. Bu sanırım hayattaki en büyük şanslarımdan biri, orası olmasaydı trompet çalmak aklımın ucundan dahi geçmezdi muhtemelen. Ailemin de her koşulda desteğini ve güvenini hissetmek beni şu an olduğum kişiye yaklaştırdı.
- Hayallerinizin şu anki hayatınızı oluşturmada rolü nedir?
Şimdi düşününce kendimi bir hayalci olarak tanımlamam sanırım. Şu anki hayatım çoğu zaman kurduğum hayallerin, yaptığım planların değil de, daha çok, karşıma çıktığı anlarda seçtiğim yolların beni getirdiği yer. Tabii ki bir noktadan sonra ne istediğimi daha iyi bilir bir hale geldim ve olmak istediğim yerleri daha uzun vadede düşlemeye başladım, eylemlerim de buna göre şekillendi. Ama müzik özelinde şans, tesadüfler ve güzel insanlara denk gelmek beni enstrümanıma ve müziğime bağladı açıkçası.
- Sokakta, insanların önünde çalmak size nasıl hissettiriyordu? Sokak daha özgür diyebilir miyiz?
Sokak benim favori sahnelerimden biri. Konser seyircisi ve sokak seyircisi bambaşka sebeplerden, bambaşka beklentilerle oradalar. İnsanların hayatına hesapta olmayan, tesadüfi bir şekilde dokunma şansına sahipsin sokakta. Gönüllü olarak dinleyici olmuyorlar, müziğinize maruz kalıyorlar ve dinlemeyi ya da geçip gitmeyi seçiyorlar. Müziğe bu kadar hızlı bir şekilde tepki alıyor olmak da iletişimi çok özel ve çekici kılıyor. Bir yandan da “hedef kitle”niz kim olursa olsun, sokakta bundan çok daha fazlasına erişme şansınız var. Başka koşullarda tanışma ve iletişme şansınızın çok düşük olduğu insanlarla bir bağ kurabiliyorsunuz ve bu da duvar yıkıcı bir deneyim bence iki taraf için de.
- Şarkılarınızın söz ve müzikleri size ait ve bence bu da şarkılardaki duygunun dinleyiciye geçmesini olumlu şekilde etkiliyor. Sizin için söz yazım süreci nasıl geçiyor ve nelerden ilham alıyorsunuz?
Söz yazım süreci için çok genel bir ritüelim yok açıkçası. Çok farklı şekillerder, ruh hallerinde ve mekanlarda gerçekleşebiliyor. Ama genel olarak içime dönebildiğim anlarda yazma refleksinde oluyorum. İç sıkıntım yeterince katılaştığında, maddeleştiğinde, onu eğip, büküp, anlatmaya çalışıyorum. Zaman zaman okuduğum bir şiir, izlediğim bir film, dinlediğim bir müzik de beni üretmeye itiyor. Bazen hissettiğin şeyden bahsetmeye nasıl başlayacağını bilemiyor insan, o şiir, film ya da her neyse, bir kapı açıyor bazen sende, bir düğüm çözülüyor.
- Albümünüzün kapak resmini çok beğendim ve uzun uzun inceledim. Kapağın şekillenme sürecinde nasıl rol aldınız, böyle bir fikir var mıydı aklınızda?
Albümün kapağı Serçin Çabuk’un (sercodelic) elinden. Ben Serçin’i ‘Dream Gigs Illustrated’ için yaptığı bir konser afişi ile tanıdım. Görür görmez hayran oldum. Albüm biraz oturmaya başladığında kapağın kendi başına bir derinliği olması gerektiğini düşündüm, her yanıyla çok katmanlı olsun, her katmanı kendi başına da var olabilsin istedim. Serçin’in işlerinin her biri bu derinliği kat kat hissettiriyor insana, albümün bir parçası olmasını çok istedim o yüzden. “KUYU”yu anlayacağını biliyordum. Bazı insanlarla hiç efor sarfetmeden anlaşılırsınız ya, klik etmek dedikleri şey, Serçin’le tam olarak öyle oldu. Albüm hakkında biraz konuştuk, ben Serçin’i çok fazla yönlendirmek istemedim çünkü istediğim onun estetiğini albüme katmaktı. Sonrasında Serçin yaptığı kapağı attı bana, üzerine konuşulacak çok bir şey yoktu, gördüğüm an tamam dedim. Albümle ilgili en hızlı gelişen şey bu kapak sanırım. Bir yandan baktıkça büyüyen, derinleşen bir yanı var.