Yazar, şair, akademisyen ve çevirmen Oruç Aruoba 72 yaşında yaşamını yitirdi ve benim içimde adeta bir şeyler kırıldı. Yakın dönem Türkiye’sinin düşünce alanında büyük isimlerden birisi olarak karşımıza çıkan Aruoba; Rilke, David Hume, Wittgenstein, Nietzsche ve Paul Celan gibi isimlerin eserlerini de Türkçeye kazandırdı. Bu isimlerden Wittgenstein ilk defa Aruoba imzası ile dilimize çevrildi.
Aruoba, özgün bir dille yazdığı haiku (Japon tarzı kısa şiir) tarzındaki şiirleriyle de geniş kitlelere ulaştı. Yazdıkları kolay anlaşılır şeyler değildir belki ama sizi anlatıyordur. Kullanımlarını çok sevdiğim yazarlardan kendisi. Kelimeleri bölmeyi, yineleyerek yeniden anlamlandırmayı, böylelikle kimine sıkıcı gelen kimine ise tekrar okumaların önünü açan yazı biçimini çok seviyorum.
“kendi olarak, sana gelen-
sana gereksinimi olmadan, seni isteyen-
sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen-
kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan-
o, işte…”
hani/1993
Kendine özgü bir noktalama dili var, ilk okuyuşta garip gelebilir bunlar; parantez içinde işaretler, açılıp kapanmayan parantezler, büyük/küçük çizgiler, olması gereken yerde olmayan noktalama işaretleri ve bitip tükenmeyen noktalar.. Zaman ve uzam kavramlarında tehlikeli bir biçimde dolaşması okuyucuyu uzun bir süreliğine düşüncelere sürükler; metaforlu anlatımları hem gülümsetir hem “bu duygu nasıl bu şekilde anlatılabilir?” şeklinde hayranlık cümleleriyle yazıya dalınıp gidilir.
“en iç, en içten, en içteki sesine bile aykırı düşebilir mi kişi?
düşer…”
Yazdığı her cümlede, kelimede ruh halinden ruh haline bürünüp, sürekli düşündürtüyor. Bazen okurken çıkmazdan çıkmaza girip kafayı yiyecek gibi oluyorum, kendimi buluyorum. Ve her okuduğumda bulacağım..
“unutma:
dünyanın geçişinden
arta kalanlar var.”
Oruç Aruoba
iyi ki.