Üçüncü dalga kahveciler, ülkemizi ansızın saran bir akım. Başlarda biraz talep gördüğü için bu kadar yayıldı ve popüler oldu belki de. Ama asıl bizler, bu butik kahveciler popülerleşince kahve-sever olduk ve popülerleştirdik diye düşünüyorum. Aslında çoğumuzun kahve gurmesi olduğu da yok. Sosyalleşme çabamızın suç ortağı olan kahveler,aslında bu kahve dükkanlarını olay yeri yapıyor. Üçüncü nesil kahveciler de diyebileceğimiz bu mekanları, genelde şehrin merkezlerine yayılmış olarak görüyoruz. 10 metrekarelik dükkanlarda bile şanslarını zorluyorlar. Bir de konsept uydururlarsa müşteri çekme olasılıkları iyice katlanıyor. Kimi bir Frida çiziyor duvara, kimi bir bisiklet asıyor, kimi de ‘vintage’ olup çıkıyor karşımıza. Bu konseptler ise Instagram için post çıkartmaya çalışan kişiler için uygun bir habitat oluşturuyor.
Asıl amaçlarına gelirsek (hepsinin olmasa da) nitelikli kahve sunmak. Kahvenin yetişmesinden seçimine, öğütülmesinden demlenmesine kadar itina ile seçim yapar, insanlar daha iyi kahve nasıl tüketir diye kafa yorarlar kısacası. Kahve çekirdeklerinin ve demlemenin çeşitleriyle kahvedeki gerçek ve doğru tadı hedeflerler. İkinci nesil kahve akımından daha iyisini savunurlar savunmasına da her üçüncü nesil kahveci de bunu başaramaz. İkinci nesille aynı tadı yakalayınca da bir sorunmuş gibi gelir gözümüze. Bu olaya sırf ‘bu işte para var’ diye girenler asıl sıkıntıyı başlatanlar belki de.
Kahve piyasasının popülerleşmesiyle, birbirinin kopyası mekanlar epeyce çoğaldı. Çoğalmaya da devam ediyor. İşini doğru düzgün yapmayan mekanların sayısı bir hayli arttı. Ortalık para için işe girişen, işini bilmeyen baristalarla dolu. Dekorla göz boyayan içi boş bir balona dönüştü çoğu kahveci.. Günümüzde yaptığımız şey, çağa ayak uydurmak aslında. Yüzyıllardır kahve içen bir millet, dünyanın en çok çay içen ülkesi olarak biliniyoruz evet ama, ne Türk kahvesini bu kadar yüceltiyoruz ne de o tavşan kanı çayımızı. Yani kapitalizmin bize sunduğu şeyleri sömürmek yaptığımız, yani evet çağa uymak (!)..