Adaylar belli olduktan sonra yazdığım incelememde (Bkz. 94. Oscar Ödülleri’ne Doğru) de söylediğim gibi, geçen sene tüm zamanların en sönük Oscar’ı olmuştu (Bkz. En Farklı Oscar) ve bu sene için umutlarım bir hayli yüksekti. Nitekim bu umutlar büyük oranda boşa çıkmadı ve yıllar boyu unutulmayacak bir tören oldu! Gelin kazananlar, kazanamayanlar ve “yüzü kızaranlar” üzerinden 94. Oscar Ödülleri’ni inceleyelim.
Kategorilere geçmeden önce atlamamak gereken önemli bir husus var. O da ünlü bestecimiz Pınar Toprak’ın bu önemli gecede yer alarak ülkemizi temsil etmesi. Toprak, Billie Eilish’in “No Time To Die” performansı sırasında orkestrayı yönetti ve kelimenin tam anlamıyla göğsümüzü kabarttı. Umarım en kısa zamanda kendisini Oscar ödülü kazanırken de görürüz (Kendisi hakkındaki yazım: Hollywood’da Bir Türk).
Bu tarihi olaya değindikten sonra kazananlara geçebiliriz:
En İyi Film
Gerçekten kimsenin beklemediği en şaşırtıcı ihtimallerden biri gerçekleşti ve CODA büyük ödülü kazandı!
Öncelikle çekinmeden söyleyebilirim ki CODA güzel bir yapım. İnsanın içini ısıtan, umut veren, yüzünde bir tebessüm oluşturan ve aynı zamanda da gözlerini dolduran (hatta hüngür hüngür ağlatan) bir aile filmine tanık oluyoruz. Bitiş jeneriği akmaya başladığı zaman gerçekten etkilenmiş ve karışık duygular içinde kalmış bir şekilde ekrana bakakalıyorsunuz. Şüphesiz bunda en büyük pay oyuncuların gerçekten işitme engelli olması. Ancak göz ardı edemeyeceğimiz bazı noktalar da yok değil. Bunlardan ilki, filmin -incelememde de söylediğim gibi- bir hayli klişe içermesi. Öyle ki Amerikan gençlik filmlerinde yıllardır gördüğümüz klişe sahneler, “şehirlerarası otobüs filmi” seviyesinde oyunculuklarla birleşiyor ve ortaya epey yavan bir görüntü çıkıyor. Bunlar filmin genel atmosferine fazla zarar vermese de kalifiye bir yapım olma çizgisinden uzaklaştırıyor. Ek olarak, CODA 2014 yapımı Fransız filmi “La Familie Bélier”nin bir yeniden uyarlaması.
Tüm bu faktörler ışığında çoğu insan bu zaferden hoşnutsuz durumda. Benim ise söyleyebileceğim şey: Kötü film mi? Hayır. Ödülü hak etti mi? Hayır. Peki bu durum beni hoşnutsuz etti mi? Belfast’ı desteklememe rağmen kesinlikle hayır. Daha önce hak etmeden kazanan nice film hafızamızdayken CODA’ya yüklenmek, işin doğrusu haksızlık olur. İzleyiniz, içinizi ısıtınız ve başka bir şeye kafa yormayınız efendim. Zira kafa yoracak yeterince şeyimiz var.
En İyi Yönetmen
Törenden çuval çuval ödülle dönmesi beklenen Power of the Dog, yalnızca tek bir ödül kazanabildi. Yönetmen Jane Campion sürprize mahal vermedi ve bu ödülü kazanan üçüncü kadın yönetmen olarak tarihe geçti (2009 – Kathryn Bigelow, 2021 – Chloé Zhao). Power of the Dog filminin hiçbir yönünden haz etmediğim için fazla bir güzelleme yapamayacağım. Ama Bigelow’a kıyasla anasının ak sütü gibi hak ettiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim (Bigelow’un kazanması Oscar tarihinin en büyük fiyaskolarından biriydi ama bu başka bir yazının konusu). Neticede hem kendi kariyeri, hem de akademi tarihi için çok önemli bir ödül oldu ve ilk kez üst üste iki kadın yönetmen kazandı. Campion’u tebrik ediyor ve darısı diğerlerinin başına diyoruz.
En İyi Erkek Oyuncu
Will Smith yazımın sonunda bahsedeceğim ilginç bir olayın başkahramanı olsa da, şu an kazandığı ödüle değinmek istiyorum. Yıllarca farklı rollerin altından kalkan ve iki de Oscar adaylığı bulunan Smith, mutlu sona sonunda ulaştı. Bunu da gerçekten hak ederek başardığını söylemem lazım. Daha önce de söylediğim gibi Richard Williams karakterine öyle bir hayat vermiş ki; film boyunca kendisine hem yumruk atmak, hem elini sıkmak hem de bağrınıza basmak istiyorsunuz. Williams kardeşler gibi ilham verici bir hikâyenin başrolü olarak kendi bireysel hikâyesini taçlandırması, her anlamıyla şapka çıkartılacak bir serüven oldu.
En İyi Kadın Oyuncu
Tecrübe olarak rakiplerinin gerisinde gözükmüş gibi olsa da, Jessica Chastain hedefine emin adımlarla ilerledi ve ilk Oscar ödülüne kavuşmanın mutluluğunu ve haklı gururunu yaşadı. Ünlü oyuncunun Tammy Faye rolündeki bu kusursuza yakın performansı Akademi’nin de gözünden kaçmadı. Chastain’in bu performansında kuşkusuz çok büyük pay sahibi olan ekip de “En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı” ödülünün sahibi oldu. Böylelikle “The Eyes of Tammy Faye” filmi sessiz sedasız geldiği Oscar töreninden 2 ödül kazanarak ayrılmış oldu.
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Aday olduğu üç adaylıkta da ödüle ulaşan CODA (En İyi Film, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu) hem geceye hem de tarihe damga vurdu. Filmdeki performansıyla yüreğimizi dağlayan Troy Kotsur ilk kez havasını soluduğu Akademi sahnesinden ödülle döndü ve Oscar tarihinde ödül kazanan ilk işitme engelli aktör oldu. Bazı anlarda kelimeler kifayetsiz kalır. Kotsur’un ödül konuşması da benim için bu anlardan biriydi. Filmde beni yeterinde duygulandırmamış gibi bir de törende gözlerimi yaşarttı. O gece kendisi için kopan alkışları duyamadı ama eminim ki kalbinin tam orta yerinde hissetti. Birini gerçekten duymak da zaten yüreğinde hissetmek değil midir?
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
West Side Story genel anlamda çok beğendiğim bir film olmamıştı. Ancak bu yapımın en iyi taraflarından biri olan Ariana DeBose, ilk Oscar adaylığında ilk ödülünü kaptı. DeBose ayrıca bu ödülü kazanan ilk siyahi kuir aktris olarak tarihe bir kere daha geçti.
En İyi Animasyon
Disney ve Pixar’ın önceki işlerine göre başarısız yapımı Luca’nın kazanamayacağına zaten emindim. Bu şartlar altında Encanto öne çıkıyordu fakat Akademi’nin önceki yıllardaki tavrını düşündüğümüzde Flee de ödüle bir hayli yakındı. Ancak belli ki dünyanın şu karışık gündeminde, mültecilik konulu bir filme ödül verip suyu daha da bulandırmak istememişler. Encanto müzikleri, atmosferi ve çocuklara sunduğu renkli dünyasıyla ödülü hak ederek aldı.
En İyi Orijinal Şarkı & En İyi Özgün Müzik
Tahminlerimde yanılmadım ve “Beyazperde ve Porte”nin Oscar özel bölümünde detaylıca işlediğimiz bu kategorilerin kazananları No Time To Die filmine yaptığı şarkıyla Billie Eilish ve Dune filmine yaptığı müziklerle Hans Zimmer oldu. Zimmer gerçekten hak ettiği bir yılda zafere söke söke ulaştı ve koleksiyonuna ikinci Oscar ödülünü ekledi. No Time To Die ise kötü bir şarkı olmamasına rağmen, ben önceki Bond şarkılarına göre daha az beğenmiştim. Bana kalsa ödülü hak eden “Be Alive” şarkısıyla Beyoncé idi. Fakat James Bond 60. Yaşını kutlarken ödülü başkasına vermemek herhalde yegâne seçenek olarak gözüktü.
Adını anmışken söyleyeyim, Dune tam 6 ödül kazanarak adeta Denis Villeneuve’ün en iyi yönetmen adayı olmamasının acısını çıkardı. Çok sevdiğim Belfast ise “En İyi Orijinal Senaryo” ödülünü kazanarak en azından eli boş dönmedi ve beni teselli etmiş oldu. Kazanacağından adımın Efehan olduğu kadar emin olduğum Drive My Car “En İyi Uluslararası Film” ödülünü kucaklarken Cruella da emeklerinin karşılığını alarak “En İyi Kostüm Tasarımı” Oscar’ına ulaştı.
The Godfather’ın 50. Yıldönümü olması sebebiyle Francis Ford Coppola, Al Pacino ve Robert De Niro’nun davetlileri selamlaması şahsen törende en çok keyif aldığım dakikalar oldu. Bu üç efsane ismi yan yana görmek her sinemaseveri kalbinden vurmuştur. Akabinde Uma Thurman, Samuel L. Jackson ve John Travolta’nın da sahneye çıkmasıyla, tam anlamıyla bir nostalji kuşağı meydana geldi
Will Smith – Chris Rock Gerginliği
Ve gelelim gecenin en sansasyonel olayına. Evet, doğru tahmin ettiniz: Will Smith’in Chris Rock’ı tokatlaması!
Öncelikle söyleyeyim, tören gecesinden bu yana fikrim değişmedi ve hala bu olayın bir kurgudan ibaret olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl tüm zamanların en düşük ratingli Oscar gecesiydi. Ancak bunun tek sorumlusu da COVID-19 değil. Zaten ratingler halihazırda her sene istikrarlı bir şekilde düşüyordu. Bu yüzden bu sene radikal bir değişikliğe gidilip 8 kategorinin ödülü canlı yayında verilmedi. Böyle bir atmosferde insanların Oscar’a olan ilgisini fitilleyecek ve dünya çapında gündem olacak bir olay gerekliydi. Bingo, işte aradığınız adam(lar)!
Chris Rock’ın yaptığı espri yersizdi fakat böyle bir tepkiyi gerektiriyor muydu tartışılır. Daha önceki törenlerde duyduğumuz esprilerin yanında oldukça masum kaldığı bir gerçek. Kaldı ki, Will Smith’in durumu önce gülerek karşılaması fakat sonra kafasında bir şimşek çakmış gibi yerinden kalkması, hiç üşenmeden ağır ağır sahneye çıkması ve tüm bunlar olurken o anlık sinirinin yatışmaması bana bir hayli ilginç geliyor. Will Smith gibi tecrübeli bir ismin bu denli büyük bir organizasyonda böyle bir amatörlük yapacağına pek ihtimal vermiyorum doğrusu. İlk Oscar ödülüne bu kadar yaklaştığı bir akşamda ne olursa olsun sineye çekerdi bence. Smith aktörlük meziyetlerini kullanarak ve kamera açısının azizliğinden faydalanarak sahte tokadını yapıştırdı. Bu bana kalırsa tamamen çalışılmış bir olay. Çünkü çıkan sese bakarsak çok da yavaş vurmuyor ama Chris Rock hem fiziksel hem de mental olarak hazırlıklı olduğu için afallamıyor ve soğukkanlılığını koruyor. Sonuçta Akademi amacına ulaşıyor ve Oscar yeniden dünya çapında bir numaralı gündem oluyor.
Böylelikle acısı, tatlısı, kahkahası ve tokadıyla yıllar sonra bile hatırlayacağımız bir Oscar törenini geride bıraktık. Ben hem tören öncesi hem de sonrasında yazılarım ve programımla elimden geldiğince fazla bilgi vermeye ve bu deneyimi sizin için güzelleştirmeye çalıştım. Umarım siz de benim kadar keyif almışsınızdır. Sonraki yazılarda görüşmek üzere!