90’lı yılların çocuklarının en sevdiği hafta sonu aktivitelerinden biri de “arcade” oyun salonlarına gitmekti. Girişte alınan 10 jeton, eğlencenin dozuna ve ailenizin o günki ruh haline göre artabiliyor ve yaşadığınız keyif dolu saatler katlanabiliyordu. Günümüz çocuklarının eğlence anlayışı bir hayli değişmiş olsa bile bu yazımda bir neslin unutamadığı bu retro oyun anlayışına değinmek istedim.
Eğer çocukluğunuz Ankara’da geçtiyse Atakule’deki Dreamland’i hatırlarsınız. Sokaktan 20-25 yaş arası 10 kişi çevirsek bize kesin orayla ilgili anılarını anlatırlar. Önce hemen girişindeki hamburgercide yemek yenir, sonra sabırla beklenen günler sonunda o jetonlar alınır ve gerçekten de o zamanın çocukları için “rüya ülkesi”ne adım atılırdı. İçeride neler yoktu ki: Street Fighter’la tanıştığımız atari makineleri, çeşitli temalarda dizayn edilmiş pinball makineleri (ki onlara her zaman ayrı bir sempati duymuşumdur), Harley-Davidson motorundan tırlara kadar farklı sürüş simülasyonları, yanan bir kasabayı kurtardığınız itfaiyeci poligonu, küçücük bir ekranda zombi avladığınız lazer tabancaları, yarım saat boyunca aynı çocuğun işgal ettiği tahterevalli, nasıl oynandığını hâlâ kimsenin çözemediği basketbol langırtı, çarpışan arabalar ve dahası.. Teknolojiler basitti ama verdiği keyif tarif edilemezdi. O çocuklar bugün araba kazansa, belki o gün rekor kırarak kazandıkları oyuncak ayı kadar sevinmezler.
Artık devir değişti. Bugünün dünyasında oyun konsolları, tabletler, akıllı telefonlar ve sanal gerçeklik gözlükleri çocukların favori eğlence alternatifleri. Bunların hepsini evlerinden ayrılmadan deneyimleyebilmeleri de cabası. Fakat bize çekici gelen oyuncaklar değildi belki de. 2 saatliğine de olsa başka bir dünyaya gitme fikriydi bizi cezbeden. Şimdi o dünyayı oturma odamıza getirdik ama unuttuğumuz bir şey vardı: Keyifli olan aslında varmak değil, aksine yolculuğun ta kendisiydi.